Uzatmayalım Geldiğin nokta şudur Mustafa İslamoğlu: Allah Teala Kur’an-ı Kerim’in hiç bir ayetinde Hz. Adem (a.s)’ı bir “ana-babadan” yarattığını söylemiyor. Bunu Kur’an’a, yani Allah Teala’ya sen atfediyorsun. Yani Allah Teala’ya ve Onun kitabına açık ve net iftira ediyorsun! Bucevabımızdan sonra soru sahibi şöyle diyor: “Tamam tamam anladım, ama Allah’ı kim yarattı?”. Biz yine cevap veriyoruz: “Bak, sen anladığını zannediyorsun, ama hiçbir şey anlamamışsın. Sana bir daha anlatayım: Allah denince her şeyi yaratan, kendisi ise yaratılmayan bir zat aklımıza gelir. AllahuTeala bir başka ayetinde: “O, sizi tek bir nefisten yarattı” (7/189) buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmiştir. İbn-i Kesir bu ayetin tefsirinde bir örnek veriyor: Nitekim Allah Teâlâ, Allah Rasûlü (s.a.) nün zamanındaki İsrâiloğulları için: «Ve üstünüze bulutlan gölge yaptık. Halbukisizi ve amelinizi Allah Teâlâ yarattı!” Çünkü müfessirlerin ve tabiînin çoğu, âyetteki “mâ”nın mastariyye olduğuna inanmaktadır. O yüzden âyetin anlamı şöyle olur: Allahu halekakum ve amelekum. Yani, Allah sizi ve amelinizi (yapışınızı) yarattı.”Hüsniye gülümseyerek “Vallahi sizin 2929. deep Harbi Aktif Üye. 31 Ocak 2013. #1. Neden ibadet etmeliyiz? İbadet; kulun, Allah-ü Teâlâ’ya karşı tekbir, hamd, şükür gibi vazifelerini Onun emrettiği tarzda yerine getirmesidir. Benim ibadetimin Allah'a ne faydası var şeklinde düşünen arkadaşlarımızın kafasını kurcalayan bu konu ile ilgili yazıyı okumalı Allah insanı ateşte pişmiş gibi kuru bir balçıktan yarattı.” (Rahman: 14) Allah-u Teâlâ Âdem Aleyhisselâm’ı; toprağı çamur haline, sonra kara balçık, daha sonra ses getiren kuru balçık haline getirerek topraktan yaratmıştır. Bunlar yaratılışın merhaleleridir ve ilâhî kudretin tecellisiyle şekillendirilmiştir. asmMF. İnsan Neden Yaratıldı? İNSAN VAROLUŞU GEREĞİ kendi varlığını, çevresini sorgulayan ve sorgulamalarına bir cevap bulamadığı sürece tatmin olamayan bir yaratılışa sahiptir. Kendisini varlık âlemine gönderen Zât’ı tanıdığı ve bu sınırlı hayatın içerisinde neden var olduğunu tanımlayabildiği ölçüde bir huzura kavuşabilir. “Nereden geliyorum, nereye doğru gidiyorum?” gibi temel sorularına cevaplar ararken, çevresindeki diğer varlıkların sundukları ipuçlarını kullanabildiği için, aradığı cevaplara ulaşması ve bu cevapları sınaması bir derece daha kolaydır. Ancak, kendi hayatını anlamlandırmak için sormak zorunda kaldığı “Ne için varım? Varlığımı anlamlandıran gerçek nedir?!” tarzındaki sorgulamalarında, çevresindeki mahlûkatın varlığını anlamlandıran cevaplarla yetinmesi mümkün değildir. Bu nedenlerle, insanlığın ve özellikle her bir insanın kendi hayatının anlamını bulması gereken yer, ya insanın kendi varlığıdır, ya da kendisini Yaratanın makamıdır. Oysa, bu tarz sorgulamalarda vahiy ancak yol gösterir, aklı devre dışı bırakacak derecede aşikar cevaplar vermez. Kendi hayatının anlamına dair sorularına cevaplar bulabilmesi, kendisini yaratan ve hayata gönderen Zât’ın sunduğu ipuçlarını değerlendirerek, kendisini diğer varlıklardan ayıran özelliklerini sorgulamasıyla mümkün olacaktır. İNSANIN ÖZEL KONUMU Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’ın, kendine muhatap olabilir bir istidatla yarattığı insanın kâinattaki durumu, diğer varlıkların tümünden daha ileri ve daha risklidir. İçerisinde yaşadığı âleme nazarını salan akl-ı selim bir insan, en mutlu yaşayanların ve başarıya zorlanmaksızın ulaşanların, önce bitkiler, sonra da hayvanlar olduğunu görecektir. Mutsuz bir bitki veya bir hayvan yoktur, bu dünyaya mutlu ve başarılı bir yaşam sürmeleri için gönderilmişlerdir. Donanımları da böyle bir yaşam için oldukça uygundur. Meleklerin durumu da farklı bir açıdan hayvanların durumu gibidir. Onların da huzurlarını bozacak nefisleri, benlikleri, kavga sebebi olabilecek hazıra yönelik yoğun istekleri yoktur. İnsan ise ne melek, ne de hayvandır. İkisinden de aldığı yönler olmakla birlikte, huzurunu ve lezzetini bozacak farklı donanımları da vardır. Melek ve hayvan karışımı olarak yaratılmak bile yeter derecede bir problem iken; ayrıca, ikisinden de çok farklı olarak akıl ve enaniyet gibi soru ve isyan sebebi olabilecek özelliklerle donatılarak yaratılmıştır. Hazır lezzetinin içerisine geçmişin elemleri ve geleceğin kaygıları katılan insanın, gerçek bir lezzeti tatması, yaşadığı kaygılar ve elemler sebebiyle imkânsızlaşır. Bu imkânsızlıklar içerisinde ne ibadet, hamd ve senâ cihetiyle meleklere yetişebilir, ne de lezzet ve faydalanma cihetiyle hayvanları geçebilir. Diğer taraftan insanın zemini, meleklerin bulunduğu zemine oranla kaygan ve sislidir. İnsanın hayat sürdüğü zemin, hayrın ve şerrin karışımından oluşturulmuştur. Üstelik bir de lezzetlere aşk derecesinde meftun bir yoldaşı vardır insanın Nefis. Bu nedenle, lezzetlere aşık bir nefis sahibi mahlûk olarak, insanın günahlara düşmeden yaşaması, istisnalar hariç mümkün olamamıştır. Yaratıcının varlığının doğrudan hissedilmediği bir vasatta, sahiplenmeye şiddetle meyilli bir benlik sahibi oluşu, nefsin verilişi, nefis sahibi bir varlık olarak insanın hayır ve şer denkleminde yaratılışı birlikte düşünülünce, açıkça görülmektedir ki, insan günahsızlık mertebesine erişebilmesi için yaratılmamıştır. Meleklerde neredeyse kaçınılmaz bir şekilde açığa çıkan ibadete karşılık, insan ibadetini, kendi iradesini kullanarak gerçekleştirebilir. Bu durum, insanın ibadetlerindeki verimini düşürmektedir elbette. Öyle ise, meleklerin mükemmel ibadetlerine karşılık, sönük ve hatalarla dolu bir ubudiyetten başka birşey elinden gelmeyen insan, neden yaratılmıştır? İbadetleri mükemmel bile olsa yaratılmasına neden ihtiyaç duyulmuştur? Yaratılmasına ihtiyaç duyuldu ise, bu durum, Yaratıcının yaratılmışa bağımlı olması gibi bir çelişkiyi ortaya çıkaracaktır. İhtiyaç duyulmadıysa, yaratılmasının arkasındaki gerekçe ne olabilir?1 ÖZETLE VAROLUŞ GERÇEĞİ2 “Ben gizli bir hazineydim. Açığa çıkmayı diledim.”—Hadis-i Kudsî Seyredebildiğimiz âlemdeki varlıklarda açığa çıkan fiillerde iki temel saikle karşılaşırız. Birincisi, ihtiyaç’tan kaynaklanan fiilerdir ve yalnızca yaratılmışlara özgü bir eylem biçimidir. İhtiyaçlar, yerine getirilmediği takdirde, kişiyi aciz bırakan bedensel ve maddî gerekliliklerdir. Ağaç için toprak ve su gibi, insanlar ve hayvanlar için solunum gibi, yemek, içmek gibi... Bu faaliyetlerin tümünde fiilin yönü, dışarıdan içeriye doğrudur. Muhtaç olan varlık aciz duruma düşmemek için ihtiyaçlarını dış âlemden karşılar. İkinci tarz faaliyete geçirici’ sevkedci ise, erdemdir. Erdem sahibi varlık, sahip olduğu güzel ve mükemmel sıfatların gereği olarak harekete geçer. Sahip olduğu sıfatın gereği olarak harekete geçmediği takdirde, kendisi aciz duruma düşmez; ancak, sahibi bulunduğu o sıfata gölge düşer. Örneğin bir hekim için, bir trafik kazasında yaralanan insanlara yardım etmek hekimlik’ sıfatının gereğidir. Bu yardımı yerine getirmediği takdirde, hekim olan şahıs acziyete düşmez; ancak, sahip olduğu sıfatın gereğini yerine getirmemiş olur. Bu durum ise, o sıfatı çirkinleştirir. Yine, cömertlik sıfatı, ihsan etmeyi gerektirir. Neticesinde ihsanın olmadığı bir cömertlik tasavvur edilemez. Erdem sahibi varlıkta açığa çıkabilecek bu tarz fiillerde, eylemin yönü içeriden dışarıya doğrudur. İçerideki sıfatsal zenginlikler, manevî güzellikler, kemâl mertebedeki erdemler dışarıda tezahür etmek isterler. Örnekleyerek açacak olursak, nasıl ki Mozart’ı beste yapmaya, Yunus’u şiirler söylemeye, Mevlânâ’yı Mesnevî’yi yazmaya, özlerinde var olan coşkular ittiyse ve bu coşkularda en küçük bir çirkinlik yoksa, neticelerde çirkinlikler değil güzellikler açığa çıktıysa; bilinmez ve kavranamaz derecede yüksek coşkular, sıfatlar, kemâl mertebede erdemler sahibi olan Zât’ı Akdes de, zâtındaki tarifinden aciz kaldığımız coşkuyu ve kemâli yaratmakla meydana koymuştur. Nasıl ki beste dinleyicisiz olmaz, şiir okuyucusuz yerini bulamaz.. bu bilinmeyen ve tanınmayan Yaratıcı, meydana koyduğu bu coşkulu varlıklar bestesini, kâinat orkestrasını muhatapsız bırakmayacak, muhatap olacak şuurlu varlıkları mutlaka yaratacaktır. Öncelikli olarak bu mükemmel besteye muhatap olanlar, şuur ve idrâk kabiliyetleriyle donatılarak yaratılan meleklerdir. İşte, melekler şuûrlarıyla, eserdeki ve yaratılıştaki harikulâdeliğin ve kemâlin ayrımına varmakta, sanatlı eserlerde ve rahmetli fiillerde yansıyan kemâl ve cemâlin sahibini idrak etmektedirler. Âlemlerinde uyanan duyguları hamd ve tesbih ile Rablerine arz ederek yerine getirdiler ve getirmektedirler. Ancak melekler perdesiz bir bakışa imkân verecek bir donanımla, yine gerçeğin perdesizce, doğrudan ve düşünmeksizin görülebileceği bir ortamda varolduklarından, tasdik ve itaat onlar için neredeyse kaçınılmazdır. Onların itaatleri bir robot gibi değildir; ama, bir annenin bebeğini sevmesi gibi de kaçınılmazdır. Hatta daha derin bir algılamayla, daha derin bir sevgi ve tasdik ile yaratıcılarına bağlıdırlar. O’nun eserlerini de aynı derinlik ve saygı ile seyreder, hamd ve senâlarını doğrudan O’nun zâtına sunarlar. İnsan ise, kâinatta kendini gösteren cemâl ve kemâle özgür ve özgün bir muhatap olarak yaratılmıştır. Oysa, Yaratıcının varlığının, kudretinin, azâmetinin ve icraatlarının doğrudan görülebildiği, Zât’ının otoritesinin perdesiz yaşandığı bir ortamda, insandaki özgürlüğün açığa çıkması mümkün değildir. Bu nedenle kemâl mertebedeki sıfatları şiddetle görünmek istediği halde, hikmetinin gereği olarak iradesiyle Zât’ını gizleyecektir ve gizlemiştir. Yağmur artık buluttan gelecektir, tohum toprakta çatlayacak, neşv-ü nema bulacaktır. Yemek ateşte pişecek, susuzluk su ile giderilecek, ayaklarla yürünecek… her şey için bir sebep bulunacaktır. Böylece melekler katında doğrudan O’nun kudretinin sanatlı birer eseri olarak görülen varlıklar ve haller, insanın bulunduğu mertebede sebeplerin araya girmesiyle perdelenecektir ve perdelenmiştir. Yaratıcının kendisinde var olan sıfatların gereği olarak gerçekleştirdiği fiillerin perdelenmesi, insandaki özgürlüğün açığa çıkabilmesi için gereklidir, ancak yeterli değildir. Özgürlüğün diğer bir gereği ise irade’dir, yani tercih yapabilme yeteneğinin varlığıdır. Yaratıcının insana sunmuş olduğu irade’ ise, ancak tercih imkânının bulunduğu bir ortamda gelişebilir. Tercih ise yol ayrımlarını, zıtların araya girmesini gerektirecek, bu süreç nihayet hayrın ve şerrin yaratılmasıyla sonuçlanacaktır. İşte, hayır ve şer nihayetsiz çeşitlilik içerisinde yaratılmış ve insanın zemini bunlarla donatılmıştır. Böylece insan, mahiyetine yerleştirilmiş olan özelliklerin, yani insaniyetinin açılımı için bir eğitim ve imtihan sürecine tabi tutulacaktır. Ancak, bu insanî açılımın bir netice verebilmesi için, işleyen sürecin bir sınırı, bir sonu olmak zorundadır. Çünkü insan, anne karnındaki gelişim sürecinin bir sınırı olması ve bu sınırın dünya hayatına açılması gibi, özünde meydana gelen gelişimin ve açılmın karşılık bulabileceği bir ortama, asıl vatanı olan ahiret âlemlerine alınacaktır. Öyle ise hayır ve şer ortamında işleyen süreç sınırlandırılacaktır. İşte, bir sınır olarak ömür tayin edilmiş, ölüm takdir edilmiştir. Bu kâinatta işleyen nihayetsiz kerem ve hikmet var olan herşeyi bereketlendirmektedir. İsraf olmadığı gibi, bereketlendirici sebeplerle daima en azamî bir noktada verim alınmaktadır. Öyle ise bu işleyen süreç, en üst düzeyde bereketlendirilecektir. Bu nedenle de hayır ve şer tahrik ettirilecektir. İşte birer tahrikçi olarak ilham melekleri hayrı çoğaltmak üzere yardımcı olarak insanın yanına verildiği gibi, şeytanlar birer şer tahrikçisi olarak başına musallat edilmiştir. İnsanın, bu perdeli diyarda neden var oluğunu, nereden geldiğini ve nereye gittiğini, kim tarafından ve hangi amaçlarla gönderildiğini, neyin hayır ve neyin şer olduğunu bilmeye ihtiyacı vardır. Tüm bunlar ve ihtiyacı olabilecek her türlü ilahî tarif, talim ve bilgi Kur’an olarak önüne konulmuştur. Tüm bu maksatların yaşayan bir numunesi olarak Peygamber önüne rehber ve imam olarak tayin edilmiştir. Artık insan neyi, nasıl ve niçin yapması gerektiğini kesin olarak bilecektir. İnsanın mahiyeti bu perdeli diyarda, perdesiz bir muhatabiyeti yakalayabilecek donanımla var edilmelidir ki, perdelerin arkasında yitip gitmesin, gerektiği gibi yolunu bulabilsin. Bu nedenle, Zat’ının sıfatlarını en derinden algılayabilmesi için lezzetlere aşık bir nefis verilmiş, önüne ise lezzetlerin binbir çeşidi ikram olarak serilmiştir. Böylece insan, kendisini yaratarak hayata gönderen terbiye edicisinin sıfatlarını, meleklerin görerek algıladıkları bir mertebeden çok daha derin bir noktada yaşayarak algılayabilecektir. Ancak bu yakın lezzetlere aşık nefsin, çok yüksek gayelerle yaratılan insanın, yaşantısını lezzetlerle tarif etmeye çalışmaması için, özgürlüğünün perdelenmeyeceği sınırlara ihtiyacı vardır. İşte sınırlar, sözlü yaptırımlar olan yasaklarla, şer’î prensipler olarak yaşantısına dahil edilmiştir. Yine kendisine giden yolu farzlarla kolaylaştırmıştır. Diğer taraftan, perde gerisinde yaşayan ve nazarına ilk olarak perdedeki görüntüler ve ilişkiler çarpan insanın, bu ilişkileri özgürce sorgulayarak sebep-sonuç bağlantılarını aralayacak, bu bağlantılar arkasında kendini gösteren gerçeklere ulaşmaya vesile olacak bir donanıma ihtiyacı vardır. İşte bu nedenle akıl verilmiş ve tüm varlıklar aklın yorumlayabileceği bir ilişki ağı içerisinde yaratılmıştır. İnsanın mahiyetine, her türlü isteğin ve reddin yoğunlaştırılmış bir hali olarak tanımlayabileceğimiz bir öz olarak fıtrat yerleştirilmiştir. Fıtrat dediğimiz bu öz’ün, şuurla ciddi bir irtibatı vardır. Hakla batılı ayırt edebilmesi için şuur ikram edilmiş; fark ettiği noktada tavır koyabilmesi için, fıtratın ve şuurun birlikteliğinin bir diğer ismi olan vicdanla desteklenmiştir. Bilgilerini ve yaptıklarını hatırlayarak düşünebilmesi için hafıza ihsan edilmiştir. Düşüncelerinin görürcesine değerlendirilebilmesi için ise, hayal ekranı yerleştirilmiştir mahiyetine. Her türlü anlamı yoğunlaştırıp kavrayabilmesi, sevgiye dönüştürebilmesi için kalpler verilmiştir. Coşkulara dönüşme potansiyeli taşıyan yoğun nefret ve istek duyguları, her şart altında sıkıntıdan kurtulması için her yönle ilgilenen heva ve heves hisleri ihsan edilmiştir. Ve nihayet, ulaşılan tüm gerçeklerden ve kavranılan tüm özelliklerinden, sıfatlarından sonra, insana benlik duygusunu ikram etmiştir. Gerçek şudur ki, ben!’ ve benim!’ duygularını hissedebildiğimiz içindir ki, kim?’ ve kimin?’ sorularını sorabiliyoruz. Bu benim!’ diyebildiğimiz içindir ki, bu kainat kimin?’ sorusunun peşine düşebiliyoruz. Yine, merhamet edebilir, şefkati, hayayı, adaleti duyumsayabilir, sevgiden, nefretten, aşktan nasip alabilir bir mahiyetle yaratıldığımız ve bu özelliklerimizi sahiplenebilecek bir benlik duygusu ikram edildiği içindir ki; Zât’ı Akdes’in sevgisini, şefkatini, yaratmadaki coşkularını farkında bile olmadan kıyas yaparak kavrayabiliyoruz. Şefkât duygusu verilmeseydi bize veya hayvanlarda olduğu gibi benliğimizle ilintilendirilmeseydi, O’nun şefkatini sorgulama ve nihayet kıyas yaparak kavrama imkânını bulabilecek miydik? Nihayet; nihayetsizliği, mutlakiyeti düşünebilecek miydik? Ve sıfatlarını ve coşkularını kendi varlığımızdaki sıfatlara ve coşkulara kıyasen bir derece yanaştığımız bu Zât’ı Akdes’i kavramaktan ne derece aciz olduğumuzu kavrayarak, O’na en yakın noktaya gelebilecek miydik? Özetle insan, zor altında kalmaksızın O’nun yaratmasındaki kemâli, sıfatlarındaki nihayetsizliği ve nihayetsiz güzelliği, Zât’ındaki tarifi mümkün olmayan coşkuları kavrayabilmek için; bu kavrayışındaki anlamları özgürce tasdik’, coşkularıyla ifade’, gıyabında, sözlü olarak ilan’ ve görmedikleri Rablerinin huzuruna, görürcesine bir yakınlık içerisinde sunmak’; nihayet, O’nun kavranmaktan da yüce olduğunu kavramak’ üzere yaratılmıştır. Yani, varoluşunun gayesi, yarattığı varlıkları seven, bu sevgisini ikramlarla ortaya koyan, özellikle insana karşı özel bir sevgisi ve özenli bir muamelesi olan, bu sevgisini ve özenini, binbir ihsan ve rahmet yansımalarıyla ispat eden Allah’a karşı; ibadetleriyle bu sevgiye layık olduğunu ispat etmesi, ubudiyetiyle bu sevgiyi geliştirmesi ve O’na yakınlaşmaya çalışmasıdır. Bu çabanın son basamağındaki engel, Yaratıcısına ulaşan yolda yıkması gereken son duvar, insanın kendi benliğidir. İnsan, ilahî bir ikramla bu engeli de aştıktan sonra, meleklerin ulaşmasının mümkün olmadığı noktaya varmış, onların aşmaları mümkün olmayan bir engeli de aşıp, melekleri Âdem’e secde ettirten o hakikate râm olmuş olacaktır. Dipnotlar 1— İsraftan ve malayani iştigalden münezzeh olan Allah’ın insanı yaratması ve dünyanın karışık zeminine göndermesinin arkasında, şanına yakışır maksatların olması gerekliliğini dikkate alarak sorgulamaya devam etmenin, tüm kâinatta kendini gösteren hikmet ve rahmetin gereği olduğunu unutmadan... 2— Daha geniş açıklama için - “Söyleşip paylaşarak çoğalmak için” adresli web sitesindeki, Seminerler bölümündeki “Kötülenen Üçlü Akıl, Nefis ve Ene” isimli makaleye müracaat edebilirsiniz. kaynak Allah insanı neden yarattı? Allah insanları imtihan için yaratmıştır. Fakat, Onun ilmi bakımından evvel, ahir, mazi, muzari, hal ve istikbal söz konusu değildir. Çünkü o her şeyi olduğu gibi ve olacağı gibi bilmektedir. Allah insanı cennet veya cehenneme gideceğini bildiği halde neden yarattı? Bu soruda bir algı hatası bulunmaktadır. Allah Teala her şeyi bilmesi yani cehenneme kimlerin gideceğini bilmesi o kimseleri cehenneme zorlaması anlamına gelmez. Allah bunları neden yarattı diye sorulacak olursa bu sorunun mantığı şöyle olur Allah Teala cennetlikleri ve cehennemlikleri bilmesine rağmen, bildiği şeyleri niye yaratıyor? Yani bu soru sadece cehennemi bilmesi ile sınırlandırılmamalı bilakis Allah’ın yarattığı her mahlukat ile ilişkilendirmesi lazımdır. O zaman sorumuza gelecek olursak Allah Teala mahlukatı neden yarattı? Bu soru çok sık sorulan bir sorudur. İnsanı, evreni ve alemi neden yarattığı ezelden beri insanlar tarafından merak edilmektedir. İnsanın yaratılışı ile ilgili olarak imtihan geçmektedir. Bazı alimler demişlerdir ki bu sorunun akli bir cevabı yoktur. Çünkü Allah’ın ilmine insan aklının tam anlamıyla vakıf olması mümkün değildir. Çünkü Allah’ın bildiği bizim bilmediğimiz şeyler birbirine kıyaslanamaz bile! Dolayısıyla insan bağlamında bunu imtihan ile açıklanmanmaktadır. Fakat bu soruyu evren neden yaratıldı olarak ilişkilendirilince cevapta farklılık gösteriyor. Soru şu kişi Allah sadece dünyayı yaratabilirken evreni neden yarattı? Bunlardan güneş ve ayın bize faydası olduğunu düşünürsek bunun dışındakileri yaratmaya bilirdi, diye soru yöneltilebilir. Bu kadar yedi kat sema, kürsi, arş, 18 bin alem… Peki bunları yaratış sebebi nedir? Allah bilir. Hani insan aklı soruyor niye yarattı diye ama en iyisini Allah bilir. İnsan aklı her şeye cevap veremiyor ki! Yani bu akıl daha kendisini tarif edemiyor iken her şeyi bilmek istiyor. İnsan her şeyi bilemez ki! Çünkü akıl denilen şey buna mısait değildir. Kişi aklın kendi sinin tarifini başlayarak aczini anlayabilmesi söz konusudur. Kişi bunu idrak ederek meseleye farklı bir açıdan bakmasında fayda vardır. Sual Ateist diyor ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoksa ne diye insanları, cinleri, melekleri ve canlı cansız mahlûkları yarattı? Bizim ibadetimizin ona bir faydası, günahlarımızın da ona bir zararı olmadığı halde, ne diye ibadet etmeyip isyan edenleri Cehenneme atıyor?CEVAPHadis-i kudside, İnsanları, beni tanımakla şereflenmeleri için yarattım şerefe kavuşup kavuşmama tercihini de kullarına bıraktı. Ateistlerin, Biz Allah’a inanmıyoruz, Allah’ı tanımakla şereflenmediğimize göre, Allah’ın maksadı hâsıl olmadı demeleri yanlıştır; çünkü çok kimse, belli bir yaşa gelince, Allahü teâlâyı tanımaya başlıyor. Kâfir kalıp hiç tanımasa bile, zaten tercih kullara bırakılmıştı. Kâfirler de, ahirete gidince tanıyacaklar. Tanımayan hiç kimse kalmayacaktır. Bir âyet-i kerime mealiCin ve insanları ancak, beni bilip itaat, ibadet etmeleri için yarattım. [Zariyat 56]İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, cin ve insanların yaratılması, Allahü teâlâyı tanımaları içindir ki, bunlar için şeref ve saadettir; yoksa Allahü teâlânın bir şey kazanması için değildir. Hadis-i kudside, Tanınmak için her şeyi yarattım buyurması, Onların beni tanımakla şereflenmesi için demektir; yoksa Tanınayım ve onların tanımasıyla kemal bulayım demek değildir. Bu mânâ, Allahü teâlâya lâyık olmaz. 1/266Bir âyet-i kerime meali de şöyledir Yerde olan her şeyi sizin için yarattım. [Bekara 29]İki hadis-i kudside buyuruluyor ki Seni kendim için yarattım. Başka şeylerle oyalanma! [İslam Ahlakı]Ey Âdem oğlu, sizi kendim için yarattım. Her şeyi de sizin için yarattım. Senin için yarattıklarım, seni, kendim için yaratılmış olduğundan alıkoyup gâfil ve meşgul etmesin. [İslam Ahlakı]Bir âyet-i kerime meali de şöyledir Sizi abes olarak, oyuncak olarak mı yarattım? Bize döndürülmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz? [Müminun 115]Bizim ibadetimize Allah’ın ihtiyacı yoktur, günahlarımız da ona zarar vermez diyerek Allahü teâlâya ibadet etmeyen kimse, perhiz yapmayan, ilaç kullanmayan hastaya benzer. Doktor bu hastaya perhiz tavsiye etse, bazı ilaçlar verse, bu hasta da, Perhiz yapmazsam, ilaçları almasam doktora hiç zararı olmaz, perhizin ve ilaçların ona bir faydası olmaz diyerek gerekli ilaçları kullanmasa, elbette doktora zararı olmaz; ama kendine zarar verir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, ilacı tavsiye ediyor. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulur, uymazsa hastalığı artarak ölür gider. Doktorun bundan hiç zararı olmaz. İşlediğim günahların Allah’a zararı olmaz, ibadetlerimin de faydası olmaz diyerek, Allahü teâlâya isyan edip, ibadet etmekten kaçanlar da, Cehenneme ve yaratılış gayesiSual Ateistlerin sorusu Zariyat sûresinin, 56. âyetinde, Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri için yarattım denirken, A’raf sûresinin 179. âyetinde, Biz, cin ve insanların çoğunu Cehennem için yarattık deniyor. İnsan ve cin, kulluk için mi, yoksa Cehennem için mi yaratıldı? Bu iki âyet çelişkili değil mi? Bir de, Tanrı, insanların Cennete veya Cehenneme gideceğini biliyorsa veya Cehennem için yaratmışsa, onları imtihan etmesi, sorguya çekmesi gereksiz değil mi?CEVAPBöyle sualler, ateistlerin sitelerinde bulunduğu için sık sık gündeme ilmi, ancak o ilmin uzmanları anladığı gibi, âyetleri de, Peygamber efendimiz ve müfessir âlimler anlar, herkes anlayamaz. Anlayamayınca da böyle çelişki var âyette, cin ve insanların kulluk için yaratıldığı bildiriliyor. Cin veya insan, bu yaratılış gayesine uymazsa, elbette sorumlu âyet eksik alınmış. Devamında açıklaması var. O âyetin tamamının meali şöyledirBiz, cin ve insanların çoğunu Cehennem için yarattık. Onların kalbleri var, anlamazlar, gözleri var, görmezler, kulakları var, işitmezler. İşte bunlar hayvan gibidir, hattâ daha da aşağıdır. Bunlar gâfillerin ta kendileridir. [A’raf 179]Âyet-i kerimenin daha kolay anlaşılan meali şöyle oluyorCin ve insanların çoğunu teşkil eden, anlamayan kalbleri, görmeyen gözleri, işitmeyen kulakları olan gâfiller, hayvan gibi, hattâ daha aşağı oldukları için Cehenneme gidecektir.Demek ki Cehennem için yaratılan cin ve insanların vasıfları âyetin devamında anlatılıyor. Cehennemlik olanlar için, bu gâfillerin hayvan gibi, hattâ daha da aşağı olduğu gâfiller niye anlamaz, görmez ve duymaz? Sebebi imansız olmalarıdır. İman olursa, kalbe nur dolar, o nur hem kulağa, hem göze tesir eder; göz görmeye, kulak da duymaya başlar. Bunları kısaca açıklayalımKalbleri var, anlamazlar Cehenneme gidecek olan bu imansızlar neyi anlamazlar? İyiyi kötüyü, imanı küfrü, hayrı şerri, kârı zararı, Cenneti Cehennemi anlamazlar. Canlıları ayakta tutan ruhu anlayamazlar. Her canlıya can veren muazzam kudret sahibini elbette anlayamazlar. Çünkü basiretleri var, görmezler Gözleri var, ama görmezler. Dünya’nın nasıl direksiz durduğunu, Güneş’in asırlardır devam eden ışık ve ısısını göremezler. Yerdeki ve göklerdeki nizamı göremedikleri gibi, kendi vücutlarındaki harikaları da göremezler. Camileri, Cennete giden yolları, Ehl-i sünnet âlimlerini ve kitaplarını görmezler, göremezler. Bunun gibi ibret alınması gereken varlıkları, olayları Ay, Güneş yıldızlar ve gezegenler var. Bunlar boşa mı yaratıldı. Bunları ve insanı yoktan kim yarattı? Öküzün trene baktığı gibi Ay’a Güneş’e bakar da ibret var, işitmezler Okunan Kur'an-ı kerimi ve ezanı işitmezler, yani ona inanmazlar. Hak sözleri ve gerçekleri işitmezler. Hayvan gibidirler, hattâ daha da aşağıdırlar deniyor. Ha öküz trene bakmış, ha ateist Güneş’e bakmış, arasında ne fark var? Güneş, şimdiki yerinden çok uzakta olsaydı, soğuktan her yer donardı. Şimdikinden çok yakın olsaydı, bu sefer de her yer yanardı. Hayat olmazdı. Bunları tam yerine kimin koyduğunu düşünmeyenin hayvandan farkı ne ki?İmansızların dilsiz oldukları da bildiriliyor. Birkaç âyet-i kerime mealiOnlar sağır, dilsiz, kördür, doğru yola dönmezler. [Bekara 18]Onlar, sağır, dilsiz, kördür, düşünemez, akledemezler. [Bekara 171]Onlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizdir. [En’am 39]Onlar, yaratıkların en kötüsü, gerçeği düşünemeyen, akledemeyen sağır ve dilsizlerdir. [Enfal 22]Neden dilsizler Neyi söylemezler ki? Kelime-i şehadeti söylemezler. Kâinatın bir yaratıcısı vardır demezler, diyemezler. Ne kadar doğru varsa, hepsini inkâr edip gerçekleri bütün kâinatın yoktan meydana geldiğini, her şeyi yaratanın doğa olduğunu söylediği hâlde, yok olanların, çürüyenlerin ve ölülerin tekrar dirilebileceğine akıl erdiremiyor. Bu nasıl doğa ki, gezegenleri, Dünya’yı, Ay’ı, Güneş’i, insanları, hayvanları, karaları ve denizleri hiç yokken meydana getiriyor, bunlar yok olunca eski hâline getiremiyor? Doğanın gücüne ne oldu? Bu kadar ahmaklık nasıl oluyor?Doğa demeyip başka güç dense de, hiç yokken meydana getiren, yok olduktan sonra da meydana getiremez mi? Önceki gücünü nereden almışsa, yine aynı yerden niye alamasın?İmansız ne kadar kafasız ki, Güneş’i, Dünya’yı ve kâinattaki her şeyi görüyor. Kendiliğinden olmayacağını da biliyor. Bunları yaratanın, tekrar yaratmasını [diriltmesini] imkânsız görüyor. Bu kadar akılsızlık olur mu?Yoktan var olduğuna inanıp da, yok olduktan sonra tekrar var olacağına inanmamak kadar saçmalık olur mu? Bu ateist, ateşe, ineğe, puta tapanlardan daha gibi, ateistin sorduğu iki âyet arasında, hiçbir çelişki yoktur. Dünya işlerinde de böyle değil mi? Mesela devlet, Bütün okulları eğitim öğretim için açtık. Ama şu notu alamayanlar, sınıfta kalır, şu kadar yıl üst üste sınıfta kalan da okuldan atılır. Şu suçları işleyenler cezasını görür diyor. Şimdi, hani öğrenciye eğitim verecektin, niye okuldan attın, niye cezalandırdın denir mi?İnsanların çoğunun cehennemlik olduğunu bildiren yukarıdaki âyete benzer çok âyet vardır. Birkaçının meali şöyledirİnsanların çoğu kâfirdir. Nahl 83Çoğu fâsıktır. Maide 49, 81,Tevbe 8, Hadid 16, 27Çoğu müşriktir. Rum 42Çoğu inanmaz, iman etmez. Bekara 100, Hud 17, Rad 1Çoğu inkârcıdır. İsra 89Çoğu gâfildir. Yunus 92Kâfirlerin çoğu akletmez, kafası çalışmaz. Maide 103Ölüleri Allah’ın dirilteceğini çoğu bilmez. Nahl 38Kıyametin geleceğine çoğu inanmaz. Mümin 59Doğru olan dinin Müslümanlık olduğunu çoğu bilmez. Rum 30, Yusuf 40Çoğunu Cehennem için yarattık mealindeki âyetin, Çoğu Cehenneme gidecektir anlamında olduğunu yukarıdaki âyetler açıkça gereksiz mi?Son sorunun cevabı şöyledirAllahü teâlâ, imtihan etmeden de, kullarının ne yapacağını, hangi günahları işleyeceğini elbette bilir. İmtihanı kendisi için değil, insanlar için yapıyor. Mesela Allahü teâlâ, ateiste, Ben biliyorum ki, sen zaten inanmayacaktın, onun için seni Cehenneme attım deseydi, ateist, Suçum yokken, imtihan edilmeden, beni cezalandırmak adaletsizliktir. Beni dünyaya gönder, iyi ameller işleyeceğim demez miydi? Ateistin ve diğer kâfirlerin böyle diyememeleri için, onlar dünyaya getirilmiş, onlara akıl verilmiş, iyi kötü yol gösterilmiş, böylece itiraz edecek bir mazeretleri kalmamış oluyor. Kâfirler, buna rağmen, bir kurtuluş ümidiyle, mealen şöyle diyeceklerRableri huzurunda başları öne eğik, “Rabbimiz, gördük, duyduk, şimdi bizi dünyaya geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık” diyecekler. [Secde 12]Ey Rabbimiz, bize az bir süre ver, senin davetine uyup elçilerine tâbi olalım. [İbrahim 44Bunlara, Siz dünyadan gelmiyor musunuz? denecektir. Kurtuluş ümidi kalmayan kâfirler, Keşke toprak olsaydık diyeceklerdir. Nebe 40Toprak da olamayacaklar, sonsuz azaba mâruz diyoruz ki Bu feci hâle düşmeden iman nimetine kavuşmalısınız. Error 522 Ray ID 7383f1283be1b816 • 2022-08-09 223157 UTC AmsterdamCloudflare Working Error What happened? The initial connection between Cloudflare's network and the origin web server timed out. As a result, the web page can not be displayed. What can I do? If you're a visitor of this website Please try again in a few minutes. If you're the owner of this website Contact your hosting provider letting them know your web server is not completing requests. An Error 522 means that the request was able to connect to your web server, but that the request didn't finish. The most likely cause is that something on your server is hogging resources. Additional troubleshooting information here. Cloudflare Ray ID 7383f1283be1b816 • Your IP • Performance & security by Cloudflare

allahu teala insanları neden yarattı